MAKARA…
Evimizin perdesine iliştirilmiş iğnesinde iplik, pencerenin pervazında makara eksik olmazdı. Şimdi iliştirilecek ne perde ne iğne, ne iplik ne de anneler kaldı. Tabana kadar inen düz camlar, Fransız balkonlar jaluziler…
Perdeler yırtıldı. İplik makarasından alınan ilham! mekaniğinden, halatına, yükünden, hareketlisine sabitinden bileşiğine kadar sayısız gelişmeler yaşandı. Ağır cisimleri kaldırmaya yararken en gelişmişi zirvedekilerin toplumu havaya kaldıran alaya alma makarası oldu.
Tabandakilerse kendi kendilerine, boş durur mu?
Dünya önümdeki bilgisayarın içinde, her şey çok değişti. Değişmeyen kafatası yeteneğimiz, düşünce yapımız, etnisite, acılı kebaplar, çağdaş dünyaya uyumsuzluk, çıkar uyuşmazlığı.
Ülke çıkarları yerine bireysel çıkarlar için kopan kıyametler.
Turizm Bakanlığı’nın dokuz yabancı gazetecinin Ordu tanıtımında neden Ünye yokmuş? Yok ne olmuş. Nerdeyse Yelken Kulübüne de her şeye olduğu gibi aynı tepki. Rahmetli Osman GÜR elinde yelken kulübü kütüğü,
-Hoca, bu işten anlayan seven ilgili biri çıkarsa olur demiştim, hala çıkmadı. Osman Gür de yok artık. Manyetik kumun hocası Orha (Yiğit) Hoca. Geçtiğimiz günlerde yarısı yabancı yarısı yerli kalabalık Avrupa’dan dört nala selamsız yanı başıma çakılıp, Orhan Beyi göremeyince Mehmet Abi de sanatkar, Orhan bey gelene kadar sizinle bir program yapalım deyince, Nazikçe kesin bir dille geri çevirdim.
Fahrettin Kundilli diye bir yapımcı, tanımıyordum ama yanındakiler beni, ben de tutumlarını tanıyordum. 2000’li yılların başı, Suriye sırasını beklerken, Bağdat elçiliğimizin kapısında bombalı saldırı sonucu içindekilerle kamyonet havaya uçar. Biri kadın iki erkek üç kişi
olayın ardından hemen büyükelçilere görev değişikliği yapılıp Atina’ya atanmadan, Devletimiz bir ay moral izni verirken yolları Ünye’ye düşünce çayımı içmeden gidemezlerdi. İçlerinden biri büyükelçi İlhan Saygılı’ydı.
Yıllar sonra Ünye’ye Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Bey tarihi sokağımıza kalabalık bir topluluk eşliğinde ziyaret düzenler. Büyükelçiler tam kapıdan içeri girmek üzereyken başlarındaki rehber, orası değil burası diyerek grup uzaklaştırılınca, geride kalan insanların utangaç, edebiyat şaheserli özürler peş peşe gelir.
Yönlendirici firmanın, karnının içindeki ateş, yaratılan karmaşa büyükelçi İlhan Saygılı’yla bir dahaki 20 yıla kalınca birbirine benzer istiflenmiş hikayeler aklına geliveriyor insanın.
Okuyorum Gazetesi’nin kurucusu Doğan Beyle sabah sohbetimiz üzerine gelen turist gurubu sanki sokağımızı bir kişi temsil ediyormuşçasına ısrarla bir kişinin üstünde dururken çekici ısrarın müze müdüründen kaynaklandığını öğrenince,
- Bu nasıl müze müdürü diyerek çok kızmış, kızma normal normal diyerek ancak bir dal sigara uzatınca normale dönebilmişti. Doğan Bey de ebediyen yok artık.
Normallik, anormallikle devam ediyor. Biz de nalları dikmeye doğru giderken, geride kalanlar kendine özgü karakterlerle devre mülk gibi. Resmi tutum belli, ülkemizdeki durumlar kurumlar ahbap çavuş, alışveriş. Yaşadığımız küçücük kasabamız Ankara gibi hatta daha berbat.
Gazetelerde güya Türkiye dünyanın çip sorununa el atacak manşetlerini atıp insanı heyecanlandırırken daha ilk harfini okumadan ortalık piçleşince, hemen ABD senatosu 280 milyar dolarlık çip yatırımının onayını çoktan verdi. Çarpı işareti atmadan birbiriyle çarpışan tek tür Anadolu coğrafyasında görülür. Dünyanın neresine gidersek gidelim sevmiyor, sevilmiyor, değişmiyoruz.
Değişim galaksiler uzaklığında, masa altı üstü onaltılı barabellum, makaralısı bile çoktan tarihe karışmışken, bize özgü birbirimizi sarmaya devam.