İZLİYORUZ…

Mehmet Kıyak mehmetkyak@outlook.com





Sıra dışı bir coğrafyada sıra dışı bir ülke Türkiye. Demokrasisi,  hukuku, ekonomisi, tarımı, sanatı, zanaatkarı parmak ucundan dizlere, yürümekte zorlanan şiddetli kireçlenme ortalığı sarmış.
Sabah göreneklerinden, kahvaltıdan önce kendimi fırında bulmuş, tam ortasındaki mozaik karışımı beton tezgahın üstü fazlasıyla sandviç ekmeğiyle dolu, fırıncıya dönerek;

-Bu kadar ekmeği hangi dönerci alıyor?
-Dönerciye değil, onlar birlik ekmek.
İçimden ‘ebeninki’ demek geldi, fırıncıya değil tabi. İçimden. Siz de içinizden okuyun.
Halk arasında yaygındır böyle jargonlar.

-Ekmeği kuşa çevirmişsiniz, şimdi şu somuna bir püf desem buradan saniyede Ankara’ya uçar.

Fırıncıda ses yok. Ankara’ya uçsa ne olur? Ankara’dakiler kendi havalarında. Birazdan başlar goncaların kızılı, yosması esmeri.

İçimden ‘pideni de, ananı da al git’ dedi şeytan.
Hanım ekmek yemez, en çok bir dilim yer. Bundan sonra ben de ekmek yemeyeceğim, televizyona çıkan Prof. teyze haklı galiba ekmek zararlı diye diye gerçekten zararlı olmaya başladı.

Kahvaltıdan sonra alışkanlık kahve keyfi, su kalmamış sanki susuzluktan ortalık kurumuş. Allah’tan bedava içiyoruz. Zaman kaybetmeden Beş litrelik iki pet bidonla Cumhuriyet meydanındaki acı su çeşmesine yaklaşırken hep Orhan Veli’nin

“Bedava yaşıyoruz bedava
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava,”  dizeleri belleğimde sallanır.

Acı su bizde de hala bedava, uzaktan yaklaşırken suyun boşa aktığını gördüm, bizim insanımıza özgüdür musluğu açık bırakmak, nasıl olsa gidiyorum akan çeşmenin başına. Başımıza gelenler de gerektiğinde musluğu kapatmamaktan kaynaklanmıyor mu?

Tazyikle dışarıya doğru akan suyun hızını kesmeye uğraşırken boşa döndüğünü gördüm. Musluk başlığı çökmüştü.

-‘Ulan memlekette çökmeyen bi sen kaldın’ dedim içimden! İnsanımızın günahını da aldık. Oysa bir hafta önce takılmıştı pırıltısı göz kamaştırıyor. Asıl suçlu TSE, standart enstitüsü var, standart yok.
Yan tarafta duraktaki taksiciler birbirine sesleniyor,

-Ulan bi pense bulamadınız sabahtan beri bedava akıyor bedava acı su. Rahatsız oldukları belli su sesinden belki de israftan.

Ustalığımı kullanarak kapattım, arta kalan çeşmede işimi görmüş siz beş, ben on beş adım, birden kolumun bir tarafında hafiflik hissettim. Sap elimde pet kap yerde. Üst üste geliyor, fırıncı, boşa akan bozuk çeşme şimdi de, kendi kendime duygularımı dindirmeye, yatıştırmaya çalıştım,

-Elin adamı akıllı telefon yapar bizimkiler akıllı bidon. Ne kadar moral bulsak da aklımız, kalbimiz Diyarbakır’da canına kıyılan Narin bebekte. Sekiz yaşında bebek sayılır. Şairin dediği gibi,
“Çiçekte tomurcuk,
Tarlada başak
Hepimizden daha yakın onlar güneşe, yaşamaya…”
Ne çiçeğimiz kaldı ne tomurcuğu, ne tarlamız kaldı ne de güneşimiz.
Tutuklamalar var sonuç yok, ek süre istenmiş, o süre de dolarsa elden kaçmasa bari. Bu beceriyi anlamakta zorlanır insan.

İşleyen süreçte dine imana, Kürtlere, protesto yürüyüşünde bulunanlara kadar, nefret dezenformasyonu yerine yurttaşların hislerinde konumlanmış gerçek duyguları, iletişimi, günlerce süren TV programlarına yeğlenmeliydi.

Bakan konuşuyor, dezenformasyonla mücadele edeceğiz. Meclisimiz Yasasını çoktan yapmış. Asıl sorun süregiden devletin hantal yapısı. Güncel sorunlara zımba gibi güncel eylem koymamasına ne demeli?

Bizim şairlerimizden Veysel İlhan’ın dizeleri geliyor aklıma, “Yönetici zannettiklerimizin çoğu tiyatrocudur.”

Töre, entrika ve karakter komedilerine gülerken şiddet sarmalı hızımızı kesiyor.
Sadece İzliyoruz.