BİR DEMET YETKİNLİK
Geçen akşam tam eve çıkacakken bir gürültüdür gidiyor. Sokağımızın dönemecinde ayakta duramayan kabadayıda küfür gırla. Araya girsem de olacak gibi değil. Etraf kalabalıklaşmış polisi arayan arayana. En iyisi yakın olan karakola gitmekti. Kargaşanın sesleri nerdeyse kapıya kadar geliyordu.
-“Sesleri duymuyor musunuz, telefonlar da açıldı, neyi bekliyorsunuz?”
Kapıdakiler;
-“Anons gelmedi, anons bekliyoruz.”
Bu anons yurtdışından, New York’tan, Moskova’dan çoktan gelmişti. Vay halimize. Olayın sonu vahim suçlu anons. Baştan sonuna kadar köşe yazısı düşünürken vazgeçtim, bu kadar yeter.
Bu sabah, kahvaltı masasında güne hazırlanırken, Eskişehir’de de 18 yaşında bir genç, önce kuytuya çekilip, maskesini takıp çelik yeleğini, balta bıçak kuşanıp kaskına takılı kamerayla dalıyor parka. Beş yaralı. Haberleri hükümetten önce kendim yasaklasam da kendime, bu sefer de akşam yemeğinde hanım;
-“Eli bıçaklı saldırgan dolaşıyormuş, insanların üstüne yürüyormuş.”
-“Canlı yayın mı?”
-“Hayır Ünye haberleri”
Kardeşin kardeşe, komşunun komşuya, insanın hayvana düşmanlaştığı, olup bitenler karşısında kendilerini görevsiz sayan görevlilere olup bitenler sinek vızıltısı geliyor. Tedirginliğin doruğunu yaşarken sokak hayvanları konusunda toplum geçtiğimiz günlerde direğe çarpan otobüs gibi ikiye bölündü. Müslümanı, aydını rahatsız eden görüntüler teknolojik hızla anında medyaya yansıyor. Görüntüleri insanın içi kaldırmıyor artık.
Aktör Uğur Yücel’le sohbet ederken sokak köpeği porto yanımıza gelince Uğur Bey “gel bakayım seni seveyim biraz” dedikten sonra, porto başını dizine koydu, okşadı okşadı, ayağa kalktı,
-“Ben portoya kek vermek istiyorum, arabada var."
Seti terk edip arabadan getirdiği pastayı kıra kıra, parça parça ikram etti. Çok şanslıydı porto Uğur Yücel’in ellerinden pasta yiyordu.
Porto’yu set işçileri de çok sevmişti. Çaycısı elinde hap ve bir sıvıyla gelmişti,
-K”aç lira verdin bu ilaçlara?”,
-Altıyüz.
Ülkenin sanatçısından işçisine toplumun çoğunluğu hayvan severken demiri kesen emir yürek yakıyor, içimizi eritiyor. Bir hafta olmasına rağmen korkunç katliam yaşanıyor, başı kesilmiş, zehirlenmiş çuvallara doldurulmuş sokaktaki masumların acıları, acılı bakışları gözyaşlarına kadar görselliğin doruk noktasını yaşıyor.
Bir canlıyı öldürmenin şakacığı bile çok kötüyken, başkanın; “hayvan severler hadi sahiplenin bakalım” diyerek herkesi kucaklayarak “herkes sahiplenecek” demesi yerine “biz ne sorunlar atlattık” demesi topluma birbirine, kucaklamasının dönüm noktası olamaz mı?
Komşum, mahallede sabah evden gelirken belediye sokak köpeklerini topladığını birini yakalayamadıklarını ve marketin önünde ertesi gün yatarken gördüğünü söyleyince sevindim. Yattığı yerden merhametli bir insandan ucuz sucuk salam bekliyor.
Dünya köpek bilimiyle uğraşırken bazı ülkeler de sokak hayvanlarına karşı uygarlık diye duygularımızı izleyerek bizim yerimize onlar sahipleniyor.
Yoksa bu gidiş siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın çekiciliğini yitirecek gibi değil. Oysa zıvanadan çıkmış topluma sevgi ve merhametin kazandırılmasının masum sokak hayvanlarından geçtiğini anlamak yetkililerde de olağanüstü yetenek istemiyor.
Sadece yetkinlik istiyor. Çok mu zor?