SON SORU
Konuşuruz, durum belirlemesini dört dörtlük yaparız ancak son soruyu sormayız. Son soruyu sormak, taşın altına el sokmak anlamına gelir. Kolay değil.
Boksörün rakibini hırpalaması yetmez. Nakavt için etkili son vuruşunu vurduğunda kazanır. Bilardo oynayan kişi, topları deliğe atsa da son top önemli. Son topu kim atarsa kazanır. Ya da futbol takımı çok iyi oynayabilir. Rakip iyi oynamasa da son vuruşu yapıp gol attığında sizin takımın çok iyi top çevirmiş olmasının hiç anlamı kalmaz. Yani son vuruş belirleyicidir.
Buradan günlük yaşamımıza geldiğimizde nedense son vuruşu yapma konusunda istek olmuyor. Çay ocağında, kahvehanede, işyerinde, sokakta, evde günlük ekonomik, siyasi gelişmeler hakkında konuşuyoruz. Beğenmiyoruz kimseyi. Beceriksizlikle suçluyoruz. O kadar güzel değerlendirmeler yapıyoruz ki, siyaset bilimciler, ekonomistler; akademisyenler, hukukçular elimize su dökemez. Belki değerlendirmelerimiz doğru da olabilir. Yeter mi? Durum belirlemesi yaptığımızda iş bitiyor mu? Eğer son soru sorulmuyorsa yapılan konuşmaların, değerlendirmelerin hiçbir anlamı olmuyor.
Son soru nedir? Bunu söylemeden işi biraz daha uzatayım. Televizyon ekranlarında tartışanlar da (aslında bilinçli yapıyorlar) son soruyu sormuyorlar. Halkın yalnızca durum belirlemesi yapma üzerine formatlanmasını sağlıyorlar. Son soru sorulmadığında yapılanlar gevezelikten başka bir iş olmuyor.
Ağır mı oldu acaba? Gevezelik sözcüğünü bilerek seçtim. Hakaret yok. Boş konuşma da denebilir. Enflasyon neden indirilemiyor? Herkes konuşuyor. 15 Temmuz’un “bilinmeyenleri” nedir? Herkes biliyor. Seçim tartışmalarının yanında demokratik tepkilerin gösterilmesinin nedenini de herkes biliyor. Herkes o kadar çok şey biliyor ki, son soru hariç.
Aslında son soruyu bilip sormayanlar da var. Dedim ya sorduğunda taşın altına el sokmak da var. Belki el taşın altında ezilecek… O zaman bir “deli” beklenir, taşın altına elini uzatacak. Bekle babam bekle…
Bu kadar uzatma yeter. Soruyu söyleyeyim. Ekonomi, siyaset, ekoloji, kadın, gençlik, işsizlik, göç, savaş vb. konularında değerlendirmeleri yaptık. Ortaklaştık da. Şimdi bu durumda, “Şimdi, ne olacak, ne yapmalıyız? Bu işte bana düşen görev nedir?” sorularının sorulması gerekmiyor mu? Sorulmuyorsa o konuşmalara katılmaya gerek yok. Ya da konuşmalarda bu soruları sorarak bilgiççe durum değerlendirmeleri yapanları fare kapanında yakalanmış duruma düşürmek gerekiyor.
Durumdan memnuniyet yoksa ve bir durum değerlendirilmesi yapılıyorsa bunun sonunu getirmek gerekiyor. Haydi, bu soruyu kendimize soralım. “Şimdi ne olacak, ne yapmalıyız? Bu durumda bana düşen görev nedir?” diye.