OLUMLUYU KONUŞAMAYACAK MIYIZ?
Hepimiz kendimizi bir sorgulayalım, konuşmalarımızda “dertleri” dillendirmediğimiz bir zaman oldu mu? Günlük yaşamımızda bir film ya da kitap üzerine ne kadar konuşabiliyoruz? Vereceğimiz yanıt, içinde bulunduğumuz durumu yansıtacak. Bu arada, keyfi yerinde olanlar da var. Hatta bunlar daha ne kadar kazanacaklarıyla ilgili olumlulukları (!) konuşuyorlar keyifli keyifli.
Aile içinde konuşurken bile televizyondaki, gazetelerdeki haberlerin yönlendirmesiyle hep somurtmak zorunda kalıyoruz. Yetmiyor, işyerlerinde çalışanlar huzursuz. Yöneticiler bir koronun şefi gibi planlayıcı olması gerekirken baskı yapan, her şeyi istediği gibi yapılmasını isteyen özellikleriyle işyerindeki huzuru ortadan kaldırıyorlar. İsteyen yönetici, işyerinde isimsiz anket yapsın bakalım, nasıl bir sonuç çıkacak? İşyerindeki huzursuzluk nedeniyle öğle yemeğindeki, evdeki söyleşilerin konusu da “işyerindeki huzursuzluk” olmaktadır.
Ya ülkenin durumu? İnsanlar huzursuz ve geleceği bakımından güvensiz. Televizyonlarda, gazetelerde “kültür, edebiyat, sanat” bölümleri yok gibi. Spor zaten ticari alan oldu. Sabah akşam aynı kişilerle tüm konular tartışılıyor. Sanki her şeyi bilen beş-on kişi, her şeyi onlardan öğreniyoruz!
Bu duruma nasıl geldik? Toplum ikiye bölündü. Kimse kimseye güvenmiyor. Hep karşıtlık üzerinden konuşuyoruz. Söylenene değil, kimin söylediğine bakar olduk. Bu kadar ayrışmanın kaynağı nedir?
Şöyle bir eskiye gidelim. 12 Eylül 1980 öncesine. 12 Eylül darbecileri tarafından yaratılan algı nedeniyle o güzel günler “cehennem” olarak anlatıldı. Evet, hatalar, yanlışlar vardı ancak öz olarak güzel günlere ulaşma isteği, umut vardı. Şimdi ise koca bir bilinmezlik. Kavgalar günlük olağan işlerdi, ölümler yaşandı. Bunların nedeni ve sorumluları üzerine değerlendirme ayrı konu. Ancak böyle bir ortam bile bugünden daha güzeldi. Filmleri, kitapları konuşabiliyorduk. Bugün bir resim-fotoğraf sergisinde bile sanat konuşmaları bitiyor arkasından güncel yaşanan olumsuzlukları konuşmak zorunda kalıyoruz. Buna mahkum muyuz?
Yaşam biçimimiz değişti. Yine de karamsar olmaya gerek yok. Bir durum tahlili yapılabiliyorsa, değiştirmek için de adım atılabilir. Umut hala var.
Olumlulukları konuşmamızı engelleyen şartların ortadan kalkabilmesi için hepimize görev düşüyor. Kenara çekilmek yerine, özne olmak ve geleceğimizin daha olumlu olmasını nasıl sağlayacağımızı tartışabileceğimiz zemini yaratma sorumluluğumuz var.
Artık karamsarlığı, olumsuzluğu geride bırakma, gözlerde dolunayı görme zamanı değil mi?